26 Kasım 2010 Cuma

manastır

bileniniz vardır elbette yerel halkın deyimiyle manastır olarak anılan bir gizli mabet var.balçova termal otelin arkasındaki,teleferiğin karşısındaki huzur alanından bahsediyorum.işte burasıda benim için vazgeçilmez bir nokta,yakın bir kaçış alanıdır.iki farklı yoldan çıkabilirsiniz bu dağ'a.birincisi yürüyüş yolu olarak düzenlenmiş olan:bisikletçilerin,sporcuların ve zayıflama yürüyüşleri yapan ev kadınlarının tercih ettiği açık alan.ikincisi ve benim en sevdiğim olansa.dağın içinden patikayı izleyerek yapılan yürüyüş.bunun özelliğiyse kocaman ağaçların arasında kaybolmanız.ve karşınıza her renkten çiçeğin ve böceğin çıkması.bu yürüyüş esnasında bol bol fotoğraf çekme olanağı buluyorsunuz hatta öyle bir an geliyor ki o güzellikler karşısında büyülenip sadece bakıyorsunuz.alışık olmayan bünyeleri temiz hava,sessizlik,ıssızlık ve yokuş çarpabilir ama inanın sonucunda ulaştığınız noktada yanınızda getirdiğiniz ya da orada küçük bir ateş yakarak taze demleyeceğiniz çay çektiğiniz yorgunluğa deyecektir.şehrin bu kadar içinde olup sizi şehirden uzaktaymış gibi hissettirecek nadir alanlardandır.
   

              tırmanışın başladığı noktada küçük bir derecik var şanslı bir yıl geçirdiyseniz yağmurların beslediği bu derenin gürül gürül suları eşliğinde hayallere dalabilirsiniz.yolculuğun en kötü tarafıysa bitmesi olacak emin olun geri döndüğünüzde etrafa anlamsızca bakacaksınız ne yazık ki kısa sürede alışıyor insan şehrin karmaşasına.kuş cıvıltıları,arı vızıltıları,ağaç hışırtıları,su gürültüleri dinlemek,bulutları yakından görmek,kışın şehrin havası mevsim normallerindeyken bir anda kar ile karşılaşmak istiyorsanız yorucu ama güzel bir güne hoşgeldiniz.haaa unutmadan benden çok selam söylemeyi unutmayın.

24 Kasım 2010 Çarşamba

hakimiyetsiz gözyaşları

Sinirlendiğimde ağzımın tadıyla,doyasıya kavga edemedim.Hiçbir zaman keyifle kavga edilmez benimle.Önce sesimde başlayan titremelerle geliyorum der ağlama.O an kısa bir es verip konuşmam sanki ağlamayı engelleyebilecekmişim gibi umutla beklerim geçmesini.Yutkunur tekrar nefes alıp konuşmaya başlarım.Çatallaşmış titrek sesimi duymak kendimden nefret ettirir.Gözyaşlarım geliyorum der.Karşımdakininse durumunu anlatmaya gerek yok.Kavgaya ciddi başlamış birinin birden evrim geçiren maymuna dönmesi afallatır onu.Önce anlamaya çalışır ağlayacak mı yoksa kendine hakim olacak mı diye.Sonrasında ne yapacağını bilmeden bekler,ya devam eder ya teselli eder.Ben hiç hayatımda şöyle ağzıma geleni söylediğim,bağırıp çağırdığım bir kavga anısı anlatamayacak mıyım?Neden her tartışma sonunda sinirlerime hakim olamıyorum.Psikolojik olarak bir adı var mıdır bu durumun?Gerçekten ağlamak istemiyorum tersine güçlü kararlı,sözünü dinleten biri olmak istiyorum ama ne yazık ki çaresiz,duygusal,zayıf biri olup çıkıyorum.Nasıl özeniyorum tartışırken sesi cılızlaşmayan insanlara.Düğüm düğüm boğazım,dolu dolu gözlerim ve kontrol edemediğim sesimle çok kötü bir tartışma insanı olup çıkıyorum.Üstesinden gelmek mümkün müdür?

22 Kasım 2010 Pazartesi

şahbaz olmak

İşte hani zaten yeterince yeteneksiz ve basiretsizken birşeyler yapar da elinize yüzünüze bulaştırırsınız ve karşınızdakini kızdırırsınız ya hah işte tam oraya tekabül eden bir laftır''şahtı şahbaz oldu''nicedir dilime dolanmıştı ne hikmetse hep kendime kullanmak nasip oldu.Şah'ı şahbazlığa götüren iyi durumlarda vardır elbette,nitekim alay yollu bir kullanıma denk geldiği için söylemesi ve işitmesi hep hoş gelmiştir kulağıma.Blog işinde ne derece bir başarı kaydeder şahlıktan şahbazlığa geçerim bilinmez,birkaç blog oluşumu denemelerim hep acemilik nedeniyle sekteye uğradı.Şimdi şahbazlık vakti dedim umuyorum ki başaracağım bu kez.Nelerden bahsederim,kim okur bilmem ama hem çal hem oyna misali,ben:hem yazıp hem okurum nasılsa.Aslında zor iş blog yazmak hele birde başladığı işi devam ettirme,bitirme takıntısı olan ben gibi kişilerin bulaşmaması gereken bir hadise neylersin ki işin içine girmiş bulundum.