22 Aralık 2010 Çarşamba

yapılacaklar listesi

         hani hepimizin vardır ya yeni yıldan umutları,beklentileri.yıl bitmeye başlarken farkında olmadan geçirdiğimiz yılda yapamadıklarımızı toplarız yeniden.geçen yıllardan bakiyelerimizin üzerine yenileri de eklenmiştir.yeni ve uzun bir yapılacaklar listemiz vardır.nelerdir bunlar:
*kilo verilecek
*düzenli spor yapılacak
*sigara bırakılacak
*kitap okumaya daha çok vakit ayırılıcak
*dans kursuna kaydolunacak
*sosyal aktivilere zaman ayrılacak(sineme,tiyatro,konser)
*arkadaşlara ve aileye daha fazla zaman ayırılacak
*sizi hayattan bezdiren ve hayatınızı sündüren ilişki sonlandırılacak
*yoga veya platese başlanacak
*içki daha az tüketilecek
*kredi kartından vazgeçilecek
*birikim yapmaya başlanılacak
*hayatın sevilmeyen yanlarından şikayet etmektense,sevilmeyen yanlar düzeltmeye çalışılacak
*yeni bir iş bulunacak
*çocuk mu kariyer mi karar verilecek?
*yeni bir hobi edinilecek
  vs...vs...vs...

   elbette hepimiz yukarıda ki listeden en az 3-4 tanesini listelemişizdir hayatımızın yeni yılı için. gelen yılın sonunda bu listeye yenilerini ekleyecek olsak da umut etmek,beklemek,dilemek herşeye rağmen güzel.umudun eksilmesi insanın yaşam sevincini,güvenini,motivasyonunu alıp götürür.bazen biliriz umut ettiklerimizin beklediklerimizin bize yıldızlardan da uzak olduğunu,asla gerçekleşmeyeceğini ama bekleriz direnerek.umudumuzu kaybettiğimiz an direncimiz düşer,omuzlarımız yerde tutunacak yeni bir dal ararız ve zordur yeni bir dal bulmak ve bizi tutacağına inanmak.aklımız elimizden kırılan ve dağılandadır hala.belki ondan daha sağlamdır yeni dal ama alışmak,güvenmek,elini uzatmak uzun ve yorucu bir dönemdir.yaşamın hızına ulaşmak için umudun hep bizimle koşması lazım.intihar eden insanları düşündüğümde aklıma hep bu varsayımım gelir ve gerçekten umutlarını kaybettikleri için böyle bir yolu seçtiklerine inanırım.

  elbette ki yeni yıl yeni umutları da getirir peşi sıra,o yüzdendir ki yılın ilk altı ayı insan daha coşkulu ve mutludur.daha tüketmemiştir kendini ve umutlarını.yılın ikinci yarısı hızlı aksın diye beklenir ve benim açımdan pek sevilmez.yeni bir yılın yeni umtularla,yeni heyecanlarla,yeni mutluluklarla,yeni düşünceler ve yeni insanlarla gelmesini dilemekteyim herkes gibi.yeni yıl yapılacaklar ve istekler listem hazır,umutla beklemekteyim.inadına direnen,yitirilmeyen,yılmayan umutlarımla yeni umutlara hazırım.herkese umutlu yıllar:))

16 Aralık 2010 Perşembe

sesimi duydum

insanın kendi sesini duyması kadar acı verici bir his yoktur bu dünyada.bahsettiğim durum şudur bir mekanik alete sesinizi kayıtlıdır.video,cd herhangi bir şey.eskiden kasetlere kaydederdik sesimizi ya şiir okur ya şarkı söyler ya da konuştururduk ev ahalisini hani.işte benim kendi sesimle tanışmam da böyle olmuştu.günün birinde kasetçalara boş kaset koyup şarkı söylemeye karar verdik arkadaşımla .çok eğlenecek ve şarkılarımızı diğer arkadaşlarımıza dinletecektik.efendim biz  kaseti taktık ve düğmeye bastık gülmeye direnen seslerimizle günün popüler şarkılarından birini(artık hangisiyse)başladık söylemeye.haaa birde utanmadan düet yapıyoruz bir o bir ben söyledik.sonunda bütün gülme isteğimizi koyvererek kapattık kaseti.sıra şarkımızı dinlemeye gelmişti,kaseti başa sardık ve bastık play'e.hışır huşur seslerinin ardından bizim şarkı başladı ama o da ne.dehşetle açıldı gözlerimiz birbirimize bakıyorduk.onun sesi benim için çok normaldi,o sesin yanı sıra bana ait olduğunu düşündüğüm bir başka ses vardı.bu ben miydim?o da aynı dehşet duygularıyla bakıyordu bana.sonra başlarımız yere indi,ikimizde de kaseti durdurama gücü yoktu.boşluğa bakıyorduk.insanların beni bu şekilde duydukları ve iğrenç bir sese sahip olduğumu,yıllardır bunu bana yansıtmamak için neler çektiklerini düşünüyordum.bundan sonra konuşmaya nasıl devam edecektim.kendi sesim çınlıyordu kulağımda.ince,tiz,kırık ve sinir bozucu bir ses.şarkı bitti sonunda ve arkadaşım sessizce kalkıp eve gitti.uzun süre atlatamayacaktık bu durumu.günler sonra birbirimize kendi seslerimizin ne kadar boktan olduğunu söyledik.ikimizde hayır senin sesin güzel benim ki berbat diyorduk.bu acı travmanın etkileri herkesin kendi sesini böyle duyduğunu anlayınca geçti sonunda.fakat heyyyhatt hiçbir dost meclisinde şöyle içimden gelerek şarkı söyleyemeyecektim.ağzımı açtığımda o çocuk sesim yankılanacaktı kulağımda.
        işte benim korkularımdan biridir bu kendi sesimle karşılaşmak.hiçbir zaman telesekreterim olmayacak,kimseye sesli mesaj bırakamayacağım, aile ve dost ortamlarında video çekimi yapıldığında konuşmadan kameraya bakacağım ve insanlar benim ruh hastası olduğumu düşünecek.hayır ben sadece kendi sesinden korkan biriyim.

10 Aralık 2010 Cuma

kadının annelikle imtihanı

               kendinizi en güçlü hissetiğiniz anlar nelerdir?mutlu olduğunuz,haklı olduğunuz,başarılı olduğunuz,sarhoş olduğunuz anlar....
         hangisi kendinizi daha güçlü hissetmenizi sağlar?bir kadının bakış açısını anlattığı için kelimelerim bir kadının en güçlü olduğu anı irdeleyelim hadi.bana göre bir kadının anne olduğu an kendini en güçlü hissettiği andır.çevremdeki kadınları inceliyorum.gördüğüm kadarıyla anne olmak bir kadının evrim geçirmesi demek.bakışı,duyuşu,algılayışı,davranışıyla tamamen tanıdığın insandan bir başkası oluveriyor.bir kadının annelikle imtihanıdır yaşanan.kötü birşey olduğunu düşünmüyorum elbette ama beni herzaman korkutmuştur bu değişim.yaşadığınız bu değişim gregor samsa'nın yaşadığı gibi bir anda karşınıza çıkıp sizi sarsmaz,korkutmaz.yavaş yavaş sinsice yayılır içinize,yadırgamanızı,dışlamanızı engeller.hamilelik döneminde başlayan bir sen farklısın yaftası var size yapıştırılan.yemeniz gerekenler,yememeniz gerekenler,uyku düzeniniz herşey toplum tarafından belirleniyor.bir zaman sonra kadın da kendinde bir yaratma gücü olduğunu kabulleniyor ve ona göre davranmaya başlıyor.herkesten kendisine farklı davranış,sonsuz saygı beklemeye başlıyor.bana göre hormanal değişimlerin yanısıra girdiği farklı duygu durumları da onları kolayca ağlatmayı başarıyor.doğum gibi travmatik bir süreci de atlattıktan sonra kadında ikinci seviye başlamış oluyor.dış dünyayı alçak görme,kimseyi beğenmeme,yaşadığı travmayı biraz olsun dindiriyor.kimse onun ne yaşadığını anlamaz anlayamaz gibi davranıyor.sonrasında dünyaya getirdiği varlığa karşı bir kalkan görevi görmeye başlıyor.hayat bitip çocuğun başladığı bu evre eğer kadın kendine dönmeyi başaramazsa ömür boyu süredurup,çocuk ve anne için hayatı çekilmez hale getiriyor.kendine yetemeyen,hayatını şekillendirmekte kararsız,hep bir sıcak kucak arayışında olan,tamamlanamamış insanlar oluyoruz sonuç olarak.
    evet haklısınız anne olmayan birinin ahkam kesmesi elbette kolaydır,sadece anneleri anlamaya çalışıyorum.genetik mirasını aktardığı yavrusunu koruyup kollamaya çalıştırkça.çocuk kendini korumayı öğrenemiyor.çocuğun koşmasına,terlemesine,düşmesine iznimiz yok.neyse anneleri daha fazla kızdırmadan konuyu kapatsam iyi olacak, sonraki annelik imtihanı yazıma kadar

5 Aralık 2010 Pazar

1 film 1 kitap

       arada sırada aklıma gelen bir film var.benim için türk sinema tarihinde dönemin şartlarına rağmen çekilmiş en iyi dram filmidir.bu filmi ilk izlediğim zamanı hala hayal meyal hatırlıyorum.çok küçük bir çocuk olmama rağmen izlediğim filmdeki fark,duygu yoğunluğu beni etkilemiş ki üstünden yıllar geçti hala hatırladıkça,izledikçe tüylerim diken diken olur.Tarık Akan,Halit Akçatepe,Kahraman Kıral,Kemal Sunal,Metin Akpınar,Adile Naşit'in bir arada olduğu Ertem Eğilmezin yönettiği CANIM KARDEŞİM filminden bahsediyorum.Tarık Akan o dönemin parlak,yakışıklı,zengin Ferit'i olmaktan vazgeçip gerçekten aradığı sinema tadını bulmuştur bu filmde.Cahit Oben'in yaptığı bir müzik vardır ki bu filme duyan insanın gözlerini doldurmaması mümkün değildir.dvd si var mıdır?bilemiyorum ama bulun izleyin derim.duygu sömürüsü,fakir edebiyatı yapmadan acıyı ve çaresizliği öyle kılıfında anlatır ki yüreğiniz kaldırmaz.küçük kahraman'ın arkadaşına bilye oynarken hasta olduğunu ve yakında öleceğini söylediği anda arkadaşının bilyelerini istemesi üzerine öleceğine değil bilyelerini kaybedeceğine üzüldüğü sahnede acıyla gülümsersiniz.Halit Akçatepe'nin Kemal Sunal'a Almanya'ya işçi olarak gidebilmesi için kum'suz çiş satması,Metin Akpınarın kan'cı Mehmet Ağa olarak insanların kanını kurutması ince alaylarla çok güzel aktarılmıştır. televizyon diye sayıklayan kahraman'a televizyon çalan abisi,televizyonu kurup öyle uyandırmak için beklemesi ve ....... daha fazla anlatmasam iyi olacak.

         kitabımız Alper Canıgüz'den geliyor.OĞULLAR VE RENCİDE RUHLAR yazarın ikinci ve benim en sevdiğim kitabıdır.''beş yaş insanın en olgun çağıdır sonra çürümeye başlar'' diye başlar kitabımız.gerçekte çocuk kahramanı anlatmak zordur.ya büyümüşte küçülmüş ukala ya da şımarık ve aptal bir insan yavrusu portresi çizersiniz.Alper Canıgüz'ün psikoloji bilmesinden kaynaklı bir iber çocuk kahraman çıkıyor karşımıza.öyle bir çocuk ki mahallede yaşanan bir cinayeti dedektif misali araştıran,anaokuluna gidince öğretmenin topuzunu görüp kusan,annesinin cinsel problemler nedeniyle temizlik hastası olduğunu farkeden,küfürbaz bir çocuk Alper Kamu .kitabı okurken saygı duyuyorsunuz kendisine.karşılaşıp hayat,kızlar,gelecek,müzik hakkında sohbet etmek istiyorsunuz.kitabın kapak tasarımıysa kendine yakışacak şekilde olmuş.elindeki su tabancasını ağzına dayayıp susuzluğunu gideren bir Alper Kamu.kitap iletişim yayınlarından çıkmış olup bir an önce okunup bitirilmesi gereken kitaplardandır.

3 Aralık 2010 Cuma

bisiklet

hayatında hiç bisiklete binmemiş birine bisikleti anlatmanız gerekseydi nasıl anlatırdınız?bugün gerçekleştirdiğim geleneksel bisiklet turum esnasında aklıma geldi.düşünün ki ıssız,yol geçmeyen,doktoru,okulu,ışığı olmayan bir köydesiniz.türkiye veya dünya üzerinde herhangi bir yer hayal edin.çocuk ya da yetişkin, ona bisikleti anlatacaksınız aklınıza ne gelir nasıl anlatırsınız.ince iki tekerleğin üzerinde dengede durmaya çalışarak ayaklarınızla pedalları çevirerek yürüttüğünüz,hızını ayarlayabildiğiniz bir taşıma aracı.insanların kafasında canlandı mı sizce birşeyler?hadi şimdide bisikleti başka türlü anlatmayı deneyin.bisikletin tanımını yapmak benim için hep duygusallık içerir.herkes için önce çocukluk demektir bisiklet.babayla en yakın olunan anlardır.babaya duyulan sonsuz güvendir.babanın size hayat yolundaki en önemli desteklerindendir.birçoğumuz için çocuklukta güzel bir anı olarak kalır.bazı tutkunlarsa vazgeçemezler bisikletin sağladığı özgürlükten,mutluluktan. trafikte olmak hiç kolay değil.yayalar ve araçlar için potansiyel bir baş belasısınız.ne araçlar ne yayalar ister sizi caddelerde.sizin yeriniz sahilin güvenli kollarıdır onlara göre.bisikleti ulaşım aracı olarak kullanmanızı anlamlandıramaz birçok insan.bisiklet pazar günü sahil dolaşması için varolmuştur onlara göre.ya da ne bileyim bakkal çırağının sipariş yetiştirme aracıdır.
   bisiklet özgürlüktür,kaçıştır,tek başına olabilmektir,güç ve tutkudur.bir sürü insanın dünya turu hayali vardır elbette.bisikletle dünya turu yapmaksa benim hayalim.bunu gerçekleştiren insanları görmek,okumak,takip etmek benim için inanılmaz zevkli.bisikletin insan hayatına kattığı en önemli kazançsa sükunettir,şehrin gürültüsü,iş hayatının karmaşası,stres hepsinden kurtulursunuz.yalnız kalmanıza olanak verdiği için kendinize dönersiniz,düşünürsünüz herşey hakkında.yalnız olmak düşünüldüğü,öğretildiği kadar kötü değildir.rüzgarı,yağmuru,güneşi hissedersiniz bisikletteyken.yağmura yakalanmak birçoğumuzu mutsuz eder sinirlendirir değil mi?gözlerinizi kapatın bisiklette yağmura yakalandığınızı kafanızı geriye yatırıp yağmur damlalarının ağzınıza düştüğünü,damlaların kirpiklerinizi dövdüğünü ve bu arada bisiklet sürdüğünüzü hayal edin.bu hayalden etkilendiyseniz ilk iş bütün bir gün aylak aylak bisikletle dolaşın.yok eğer sizi mutlu etmediyse,toplu taşıma araçlarının yoğun kalabalığına geri dönün.

 eğer okumak isterseniz 1884 yılında peni-çeyrek peni(ön tekeri büyük) bisikletiyle dünya turuna başlayan thomas stevens,san francisco'dan başladığı turunu tahran'da bitirir,yolu türkiyeye de düşen thomas'ın yaşadığı dönem göz önüne alındığında ne denli cesur ve inanılmaz bir macera yaşadığını okurken derinden hissediyorsunuz. '''san francisco'dan tahran'a bisikletle dünya turu'''thomas stevens-pozitif yayıncılık

1 Aralık 2010 Çarşamba

özel gün samimiyeti(!)

oldun olası hoşlanmamışımdır özel günlerden.doğum günleri,bayram,yılbaşı gibi aktivitelerin arefesinden başlar gerginliğim.çocukluğumda annemin hazırladığı doğum günü partileri hariç doğum günü kutlamadım.çok önemli değildir benim için ve bu kadar anlam yüklenmesine anlam veremem.doğum günlerinde oluşan hediye gerginliği hediye alan ve hediye alınan arasında eşit şekilde yaşanır.alacağınız hediyenin değeri ne kadar olmalıdır.yakın bir arkadaş değilse özel anlamlar yüklenecek birşeyler seçmekten imtina edilir.hediyeyi açan kişinin yüzünde oluşan hayal kırıklığını saklama gülümsemesi'bayıldım,nasıl da ihtiyacım vardı böyle birşeye,nasıl tahmin ettin?'şeklinde söylenen gereksiz cümleler.hele o pasta faslı çok komiktir,hep birlikte söylenen şarkıyla birlikte gelir pasta,üzerindeki mumlar üflenirken dilek tutulur.bunu yapmaktan hoşlanan insanlara sözüm yok ama çiğ duruyor yahu koca koca adamlar kadınlar cafelerde barlarda kutluyorlar doğum günlerini.ne diyeyim happy birthday.
bayramlarsa daha ziyade aile içi gerginlik demek oluyor benim için.bütün o akrabaların,büyüklerin dolaşılması seremonisi,bir aradayız mutlulukları,kısa süre sonra eski defterlerin,bitirilmemiş hesapların ortaya dökülmesine neden olur.kuzenler aile içi hesaplaşmanın neticesinden birbirleriyle kıyasıya mücadeleye tutulur.siz zaten ayda yılda görüştüğünüz tam olarak kaynaşamadığınız kuzenlerinize karşı bilenirsiniz ve tabii onlarda size.bayramlarda böyle bir herşeyi unutalım sonra acısını çıkartırız yavşaklığı sezerim hep.kimse kimseye kızamaz,küsemez yasaktır.üç gün sonra çözülmemiş hesaplarla döner herkes içine bir sonraki bayrama kadar.
yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl herkese kutlu olsun maceramızsa aslında başlı başına bir konu.12 ay boyunca yaşanan ya da yaşanamayanların hırsı 31 aralıktan çıkarılır.gelen 1 ocak mutlulukla kucaklanır sevilir.o gün neşeli olmak gibi bir zorunluluk vardır,herkes eğlenmek zorundadır.malum bütün yılımız eğlenceli geçsin diye.sürekli bir zorunlulukla şekillendirmeye çalışıyoruz kendimizi.ne farkeder sen evinde dizi izleyerek girsen de;barın tekinde göbek atsan da;sokakta yalnız dolaşsan da;uyusan da yıl bildiğini okuyacak.samimiyetsiz bir sevecenlik duyuyoruz 1 ocak'a,bütün sıkıntımız ve darlığımız o gelince bitecekmiş gibi.yeni başlayacak yıla adıyoruz bütün beklentilerimizi yılın ortalarına doğru bir telaş başlıyor gerçekleşmeyen hayallerimizle yüzyüze geliyoruz.sonbahar başladığındaysa hafif bir bıkkınlık oluşmuş oluyor üzerimizde.bu yılın da diğer yıllardan farkı olmadığını anlayıp.beklenti ve hayal bakiyemizi yeni yıla devrediyoruz.neticede coşkuyla beklenen yeni yılı kucaklıyoruz.